Genel Cerrahi

  Genel Cerrahi, vücutta sistemik ve yerel sorunların cerrahi yöntemlerle tedavisinin yapıldığı bölümdür. İlgi alanın genişliği nedeni ile birçok bölümle eş güdümlü olarak çalışmaktadır. Genel Cerrahi hastalarının büyük bölümünü çeşitli tipte kanser vakaları ve çoklu organ yaralanmaları oluşturur. Bu hastalar için tanı, ameliyat ve sonraki tedavi aşamalarının planlanmasında diğer bölümlerle birlikte işbirliği içinde çalışılmaktadır. Hastanemizin Genel Cerrahi Bölümü deneyimli Uzman doktor kadrosu ile hizmet vermektedir. Genel cerrahi üzerine her türlü cerrahi müdahale yapılabilmekte olup, özellikle çeşitli tipte kanserlerin erken tanısı için tarama ve detaylı takip programları da yapılmaktadır.

Genel Cerrahi

İçindekiler

  • Hemoroid (basur), fissür (yırtık), kıl dönmesi ameliyatları
  • Yamalı yamasız fıtık ameliyatları
  • Safra kesesi ameliyatları (açık-kapalı)
  • Reflü ameliyatları
  • Troid bezi (guatr) ameliyatları
  • Meme hastalıkları tanısı ve ameliyatları
  • Yemek borusu, mide, ince bağırsak, karaciğer, pankreas, kalın bağırsak, rektum hastalıkları tanı ve ameliyatları

 

Obezite belirtileri nelerdir?

Obezite hastalığının en temel belirtisi vücutta aşırı düzeyde yağ dokusu birikimidir. Fakat oluşan fazla kilolar obezitenin görsel sorunlarının yanı sıra birtakım sağlık sorunlarını da beraberinde getirebilir. Obeziteye bağlı olarak ortaya çıkan sorun ve belirtilerin arasında şunlar yer alır:

  • Terleme
  • Çabuk yorulma
  • Nefes darlığı
  • Horlama ve uyku apnesi
  • Cilt sorunları
  • Sırt ve eklem ağrıları
  • Psikolojik sorunlar ve benlik saygısında azalma

Tüm bu sorunların oluşumunun önlenmesi ve obeziteye bağlı oluşabilecek kronik hastalıkların engellenmesi açısından fazla kilo sorunu bulunan bireylerin obezite boyutuna ulaşmadan önce zayıflaması ve ideal kilolarını korumaya özen göstermeleri gerekmektedir.

Obezite nedenleri nelerdir?

Obezitenin en temel nedeni besinlerle birlikte vücuda alınan enerjinin metabolizma ve fiziksel aktivitelerle birlikte harcanan enerjiden fazla olması ve buna bağlı olarak artan enerjinin yağ şeklinde depolanmasıdır. Bu durum gereksinimin üzerinde enerji alımının belirli bir süre boyunca devam etmesi ile oluşur. Zayıflık, şişmanlık ve obezite vücut kitle indeksi (VKİ) olarak adlandırılan bir yöntemle değerlendirilir. Obezite hastaları, bir tür obezite testi olarak da düşünülebilecek olan vücut kitle indeksinin 30 ve üzerinde çıktığı hastalardır. Beden kütle indeksi (BKİ) olarak da isimlendirilen bu değer, vücut kütlesinin kilogram cinsinden ölçüsünün boyun metre cinsinden ölçüsünün karesine bölünmesi ile hesaplanır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenmiş sınıflama gereğince obezite hesaplama için de kullanılan vücut kitle indeksine (VKİ) göre şu şekilde sınıflandırılır:

  • 18.5 altında — Az kilolu
  • 18.5 – 24.9 — Normal Kilo
  • 25.0 – 29.9 — Fazla Kilo
  • 30.0 – 39.9 — Obez
  • 40.5’in üzeri — Morbid (ciddi)
  • 50 ve üstü — Süper Obez olarak belirlenmiştir.

Obeziteye yol açan enerji fazlalığı sağlıksız veya dengesiz beslenmeye bağlı olarak oluşabileceği gibi bazı genetik yatkınlıklar da obezite hastalığının temelini oluşturabilir. Bunun yanı sıra hormonal bozukluklar, tiroid hastalıkları, bazı ilaçların kullanımı gibi durumlar da obezite nedenleri arasında yer alabilir.

 

Obezitenin yol açtığı nastalıklar nelerdir?

  • Diyabet-İnsülin Direnci

Obeziteye bağlı olarak en sık gelişen kronik hastalıklardan bir tanesi, halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet hastalığıdır. İnsanlarda yağ dokusunun aşırı miktarda artması, vücuttaki hücrelerin insülin hormonuna karşı olan duyarlılığını azaltır ve bu durum insülin direnci olarak adlandırılan sağlık sorununa neden olur. Kandaki şeker, insüline karşı duyarsızlaşmış olan hücrelerin içerisine alınamadığından kan şekerinde yükseklik gözlenir. Söz konusu durum, Tip-2 diyabetin gelişmesinde etkili olan sorundur. Tip-2 diyabet, şeker hastalığının en yaygın türüdür ve obezite hastalarının birçoğunda insülin direnci görülür. Prediyabet (diyabet öncesi) olarak isimlendirilen ve diyabetin henüz tam olarak gelişmemiş olduğu başlangıç seviyesindeki hastalarda insülin direnci gözlenir. Zayıflama diyeti veya obezite cerrahisi gibi tedavi yöntemleriyle obezite durumunun ortadan kaldırılması, prediyabet dönemindeki hastalarda insülin direncinin azaltılarak diyabet hastalığının oluşmadan önlenebilmesi açısından çok önemlidir.

  • Hipertansiyon

Ülkemizde ve dünya genelinde yaygın şekilde görülen hipertansiyon hastalığı, obezite hastalarında normal kilodaki bireylere oranla yaklaşık olarak 3 kat daha fazla görülür. Obez bireylerde hipertansiyonun ortaya çıkış sebepleri arasında yağ dokusundaki artış, buna bağlı olarak aşırı insülin üretimi (hiperinsülinemi) ve insülin direnci, damar ve hücre yapılarında bozulmalar gibi pek çok faktör yer alır. Dolayısıyla obezite hastalarının ideal kilolarına ulaştırılması, hipertansiyonun önlenmesi veya ilerleyişinin engellenmesi açısından oldukça etkilidir.

  • Koroner Arter Hastalığı

Obez bireylerde özellikle karında oluşan aşırı yağlanma, kalbin üzerinde baskı oluşturarak çalışmasını olumsuz etkileyebilir. Bunun yanı sıra obeziteye bağlı olarak gelişen insülin direncinin sonucunda kan şekeri yükselerek damar çeperlerinde yapısal bozulmalara yol açabilir, bu da kardiyovasküler hastalıkların temelini oluşturabilir. Tüm bunlardan kaynaklı olarak obezite hastalarında kalp ve damar hastalıklarının görülme olasılığı sağlıklı kişilere oranla oldukça yükselir. Obezitenin mümkün olduğunca erken tedavi edilmesi ise bu hastalıkların önlenebilmesi açısından önem taşır.

  • Safra Kesesi Hastalıkları

Obezite hastaları, çoğunlukla kandaki kolesterol değerleri yüksek olan bireylerdir. Safra kesesinde üretilen safra sıvısının içeriğinde de bulunan kolesterolün kandaki değerinin normalin üzerine çıkması safra kalitesinin bozulmasına, bu da safra kesesinde taş oluşumuna neden olur. Bu nedenle safra kesesinde taş ve safra kanallarında tıkanıklık gibi olumsuzluklarla seyreden safra kesesi hastalıkları obezite ile doğrudan ilişkilidir.

  • Felç (İnme)

Obezitenin risk faktörü olarak değerlendirildiği sağlık sorunlarından bir diğeri de halk dilinde inme olarak da bilinen felç durumudur. Vücudun bir bölümündeki kasların istemli şekilde hareket ettirilmesi yeteneğinin herhangi bir nedenle kaybedilmesi felç olarak adlandırılan durumdur. Obezite hastalarında damarlarda oluşan yapısal bozulmalar ve tansiyon yüksekliği riskinin artması gibi sebeplerle miyokard infarktüsü (kalp krizi) ve beyin kanaması gibi ciddi akut komplikasyonların görülme sıklığı önemli ölçüde yükselir.

  • Uyku Apnesi

Obezite hastalarında damak ve küçük dil bölgesinde sarkma ve büyüme, solunum yollarında darlaşma ve nefes darlığı sıklıkla görülür. Uyku sırasında yatar pozisyonda olan vücutta karın bölgesinin oluşturduğu ağırlıktan kaynaklı olarak solunum yolunda daralma söz konusu olur. Oluşan bu komplikasyonların sonucunda kişide uykudayken belirli bir süre için nefes alıp vermenin durması ile karakterize bir sağlık sorunu olan uyku apnesi ortaya çıkar.

  • Astım

Yaşam kalitesini ciddi ölçüde düşüren hastalıklardan biri olan astım, obez bireylerde normal kilodaki bireylere oranla çok daha ağır seyreder. Hastalarda astım atakları kilodaki artışa bağlı olarak çok daha sık görülebilir ve hastalığın kontrol altında tutulması zorlaşır. Dolayısıyla obeziteyle bir arada seyreden astım hastalığının tedavisinde başarı oranının yükseltilebilmesi açısından kilo kontrolünün sağlanması önemlidir.

  • Psikolojik Problemler

Yol açtığı tıbbi komplikasyonların yanı sıra estetik anlamda da olumsuzluklar yaşayan obezite hastaları, toplum içerisinde hoş görülmeme veya dışlanma gibi sorunlar da yaşar. Bu durum hastalarda depresyon, özgüven eksikliği, obsesif kompülsif bozukluk gibi birtakım psikolojik sorunların görülme olasılığı yükselir. Bu hastalarda gelişen psikolojik problemler ve bunların yol açtığı sorunlar kilo kontrolünün sağlanarak bireylerin ideal kilolarına ulaştırılması ile minimuma indirilebilir.

Yukarıda da belirtildiği şekilde obezite, insan yaşamını büyük ölçüde etkileyen ve birçok hastalığın oluşumunda birincil risk faktörü olarak rol oynayan, bu nedenle mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunudur. Obezlerde mortalite (ölüm) oranı, diyete dayanan zayıflama yöntemleri ile tedavi sürecini kaldırabilecek durumda olduğunda zayıflama, diyetisyen tarafından kişiye özgü şekilde hazırlanmış bir beslenme planı ile programlı olarak gerçekleştirilmelidir. Fakat obezite çok ileri düzeyde ve yaşamı tehdit edecek boyutta ciddi komplikasyonlara yol açmış ise obezite cerrahisi şeklinde adlandırılan birtakım tedavi yöntemlerine başvurulması gerekebilir. Gastrik bypass, tüp mide ameliyatı, mide küçültme ameliyatı gibi bu yöntemlerin nasıl ve hangi durumlarda uygulanacağına obezite cerrahisi uzmanı tarafından yapılan detaylı muayene ışığında karar verilmelidir.

Morbid obezitede tedavi yaklaşımı nasıldır?

Aşırı ve hastalık derecesinde şişmanlığın (morbid obezite) görülme sıklığı değişen yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak son yıllarda önemli ölçüde artmıştır. Öyleki özellikle ABD ve İngiltere başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin nüfuslarının üçte biri obezite derdinden muzdariptir. Obezite; genel kanının aksine sadece fazla kilo demek değildir. Özellikle morbid obezite tip 2 diyabet, kalp ve damar hastalıkları, eklem sorunları, uyku apnesi, psikolojik sorunlar, dermatolojik sorunlar gibi pek çok ek klinik soruna ortam hazırlar. Obezite hastalarında yalnızca deri altı yağ dokusunda kitlesel artış olmaz, organların tamamında yağlanma (karaciğer yağlanması gibi) ve çevredeki yağlı dokularda artış gerçekleşir.

Bunun yanı sıra halk arasında çok fazla bilinmemesine karşın obezite, kansere yakalanma riskini de arttırır. Yapılan bazı çalışmalarda morbid obez gebelerde, obezite ameliyatı sonrası zayıflayarak gebe kalanlara kıyasla anneye ve bebeğe ait sorunların çok daha fazla oranda yaşandığı gösterilmiştir. Her bir ek sorunun hem hastaya hem de toplam ekonomiye yükü de oldukça fazladır. Örneğin diyabet gelişen bir hastada ek olarak pek çok ilaç kullanmak, tetkik yaptırmak, diyabetin ek olarak getirdiği klinik sorunlarla uğraşmak ve çok daha fazla sayıda doktor müracaatı yapmak gerekecektir.

 

Obezite cerrahisi nedir ve hangi hastalara uygulanır?

Günümüzde ciddi komplikasyon geliştirme olasılığı yüksek olan morbid obezite hastalarında bu durumun cerrahi yöntemlerle tedavisi mümkündür. Bunun yanı sıra cerrahi tedavi, günümüz koşullarında en radikal ve en iyi sonuç veren tedavi seçeneğidir. Morbid obez hastaların çoğu diyet ve egzersiz programlarıyla bir süreliğine kilo verse de başarı oranı düşük (%3) ve yeniden kilo alma riski yüksektir. Cerrahi tedavi uygulanan hastalarda ise metabolizma değişir, özellikle tüp mide ameliyatı sonrası çok ciddi iştah kaybı olur, mide hacmi çok küçük olduğundan da yeme olayı kısıtlanır. Bu gibi nedenlerle cerrahi tedaviler ile tıbbi tedavi yöntemlerinin başarı açısından karşılaştırılmaları çok mümkün değildir. Fakat yine de bu uygulamanın neticede bir ameliyat ve ciddi bir karar olduğu göz önünde bulundurulduğunda uygun profildeki hastalarda ilk tedavi yaklaşımı daima diyet ve spor olmalıdır. Hastalarımızın çoğu defalarca denemiş; ancak başarılı olamadığı için bize başvuran hastalardan oluşmaktadır.

Morbid obezite hastalarında cerrahi operasyonlar, multidisipliner yaklaşımla gerçekleştirilmesi gereken girişimlerdir. Hastaların endokrinoloji uzmanı, diyetisyen ve gerektiğinde psikolog tarafından da değerlendirilmesi gerekir. Özellikle ameliyat öncesi hastaların hormonal bir sorunlarının olup olmadığı ve ameliyata uygunlukları endokrinolog tarafından mutlaka değerlendirilmelidir. Yine ameliyat öncesi midede olası başka bir patolojinin tespiti açısından mutlaka endoskopi de yapılmalıdır. Hastalar operasyondan önce, operasyon sonrası dönemde ne şekilde beslenecekleri konusunda diyetisyenler tarafından detaylı olarak bilgilendirilmelidir. Özellikle ilk birkaç ay beslenme düzeni ve metabolizmanın yeni duruma uyumu açısından bu takip çok önemlidir. Buna ek olarak ameliyat öncesinde hastalar psikolojik durumları açısından psikiyatrik incelemeye tabi tutulabilir. Ciddi psikiyatrik hastalıkları bulunan, alkol veya ilaç bağımlılığı olan bireyler ile operasyona ilişkin detayları kavrayamayacak durumda olan hastaların morbid obezite ameliyatı olmaları uygun değildir. Morbid obezite ameliyatı olacak kişilerde mümkünse aile içi destek de tam olmalıdır. Evdeki yemek düzeninden ameliyat sürecine kadar tüm aşamalarda aileden gelen motivasyon ve onayın varlığı, en az hastanın kararı kadar önemlidir.

Morbid obezite ameliyatları genelde kısıtlayıcı uygulamalar, emilimin bozulmasına yönelik uygulamalar ya da her ikisinin kombinasyonu şeklindedir.  Başka bir engel yoksa tüm ameliyatlar laparoskopik, yani kapalı yöntem ile yapılır.

 

Obezite cerrahisi uygulamaları nelerdir?

  • Tüp Mide Ameliyatı (Sleeve Gastrektomi)

Tüp mide ameliyatı, tüm midenin yaklaşık %75-80’inin çıkarılması ile gerçekleştirilen bir operasyondur. Operasyon sonrasında geride kalan midenin şeklinin tüpe benzemesi nedeniyle uygulama bu ismi almıştır. Midenin büyük bölümü cerrahi olarak çıkarıldığı ve geride 50-100 ml bir hacim kaldığı için tüketilen besin miktarı sınırlandırılır. Buradan anlaşılacağı üzere tüp mide ameliyatı kısıtlayıcı tipte bir ameliyattır ve besin alımını azaltarak kilo vermeyi sağlar. Bu ameliyatta çıkarılan mide bölümünden (Fundus) salgılanan iştah hormonu (Ghrelin) işlem sonrasında azaldığı için hastalarda ciddi anlamda iştah azalması olur. Ameliyat sonrasında hastaların eski iştahlarına geri dönmemeleri başarıyı arttıran ciddi bir avantajdır.

Tüp mide ameliyatının diyabet ve hipertansiyon üzerine etkisi de oldukça yüksektir. Özellikle yalnızca ağızdan ilaçla tedavi gören diyabetikler ve hipertansif hastaların kullandığı ilaçlara çoğunlukla gerek kalmaz. Bu olumlu etki hastalarda ameliyatın hemen ardından başlar.

  • Mide Bypassı (Roux-en-y gastric bypass)

Midenin yemek borusundan hemen sonraki çok küçük bir kısmı geride kalacak şekilde büyük bir kısmının bypass edilmesi şeklinde gerçekleştirilen operasyondur. Bu uygulamada mide kısmına tekniğe uygun şekilde ince bağırsak getirilerek dikilir. Dolayısıyla hem mide hacmi küçülür hem de bağırsakların bir bölümü devre dışı bırakılmış olur. Sonuçta hem tüketilen yiyeceklerin miktarı az olur hem de emilimi etkilenmiş olur. Bu yöntemle özellikle insülin bağımlısı diyabetiklerin kan şekeri kontrolü de daha etkili bir şekilde düzenlenir.

 

Hangi yöntemin uygulanacağı nasıl belirlenir?

Günümüz koşullarında bakıldığında sonuçlar açısından iki operasyon tekniğinin arasında büyük farklılıklar olmadığı görülmektedir. Tüp mide ameliyatı daha fizyolojik bir yöntem olup komplikasyon ve operasyona bağlı mortalite gibi açılardan da daha düşük oranlara sahiptir. Tüp mide ameliyatının uygulanma süresi daha kısa, cerrah açısından da uygulanması daha kolaydır. Her iki teknik sonrasında da ameliyattan 3-4 yıl sonra hastaların bir kısmında yeniden kilo alma durumu söz konusu olabilir. Eğer teknik tüp mide ameliyatı ise bu hastalara resleeve (yeniden tüp mide) ameliyatı ya da mide bypassı ameliyatı yapılabilir. Eğer hasta daha önceden gastrik bypass geçirmişse, yeniden kilo alma durumunda ikinci bir cerrahi tedavi şansı yoktur. Burada bilinmesi gereken nokta tercih edilecek operasyon tekniğinden hekim tarafından yapılacak muayene ve tetkikler sonucunda hastaya özgü olarak belirlenmesi gerektiğidir.

Obezite cerrahisinin komplikasyonları nelerdir?

Hem tüp mide hem de gastrik bypass tekniğinde ameliyatın en önemli komplikasyonları kaçak ve kanamadır. Günümüzde gelişen modern teknikler ve deneyim ile bunların oranları önemli ölçüde düşmüş ve tedavi etme yetisi artmıştır. Her iki teknik de minimal invaziv tekniklerle (laparoskopik, robotik) uygulanır. Bu da hastaların ameliyat sonrası normal hayata hızla dönmelerine olanak sağlarken ağrı ve yara yeri komplikasyon oranlarını düşürür. Bariatrik cerrahi şeklinde de adlandırılan bu operasyonlar, endikasyonu bulunan uygun profildeki çocukluk dönemi hastalarında ve ergenlerde de güvenle uygulanabilir. Ergenliğe morbid obez giren çocukların %75’inin ileride de morbid obez olduğu bilinmektedir.

Cerrahi gerektirmeyen mide balonu uygulaması nedir?

Mide balonu silikondan yapılmış ve şişirilebilir bir tıbbi malzemedir. Endoskopik yolla mide içine bu balonun yerleştirilip şişirilmesi şeklinde gerçekleştirilen operasyon, mide balonu tekniği olarak adlandırılır. Böylece midede doluluk yaratan bir hacim oluşturularak tokluk hissinin elde edilmesi amaçlanır. Altı ay sonra balon, mideden kolaylıkla çıkarılabilir. Uygulama yaklaşık 20 dakikalık bir süre gerektirir. Cerrahi bir girişim değildir ve sıklıkla cerrahi operasyon düşünmeyen hastalarda uygulanır. Buna ek olarak süper morbid obez (VKİ=50-60) hastası olan olgularda 10 kg gibi bir kilo kaybı elde edilerek karaciğer volümünü küçültmek, böylelikle cerrahiyi kolaylaştırmak amacıyla da tercih edilebilir.

Eğer siz de bir obezite hastası iseniz veya vücut kitle indeksinizi hesapladığınızda 30 ve üzerinde olduğunu tespit ediyorsanız, bir sağlık kuruluşuna başvurarak hem rutin kontrollerinizi yaptırabilir hem de hekiminizle birlikte tedavi seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Hekiminizin muayene ve tetkikler sonucunda vereceği öneriler doğrultusunda tedavi sürecinizi bir an önce başlatarak obeziteden ve yol açabileceği komplikasyonlardan korunabilirsiniz.

 

 

Hemoroid(Basur) belirtileri nelerdir?

Hemoroid (Basur) belirtileri hemoroid türüne göre farklılık gösterir. Eksternal hemoroidi olanlarda:

  • Anüs etrafında ortaya çıkan şiddetli kaşıntı ve rahatsızlık hissi
  • Anüs yakınında kaşıntılı, ağrılı yumru veya şişlik
  • Bölgede özellikle oturmakla artan ağrı
  • Dışkıda kan

en sık görülen belirtilerdir. Bölgenin aşırı zorlanması, ovulması veya temizlenmesi belirtileri daha da kötüleştirebilir. Birçok kişide dış hemoroid ile ilişkili bu belirtiler birkaç gün içinde kaybolur.

İnternal hemoroid rahatsızlığında görülen belirtiler:

  • Dışkıda veya tuvalet kağıdında parlak kırmızı kan
  • Makattan basurun sarkarak ele gelmesi

olarak sıralanır. Genellikle sarkık olmayan iç hemoroid ağrılı değildir. Fakat sarkmış iç hemoroid ağrıya ve rahatsızlığa neden olur.

Anüsle ilgili belirti ve bulguların en büyük nedeni basur olsa da hepsinin sebebi değildir. Bazı hemoroid semptomları, diğer sindirim sistemi problemlerine benzerlik gösterir. Örneğin; makattan kan gelmesi; crohn hastalığı, ülseratif kolit, kolon veya rektum kanseri gibi çok farklı bağırsak hastalıklarının bir işareti olabilir.

Hemoroid(Basur) nedenleri nelerdir? 

Hemoroid; kronik kabızlık, tuvalette uzun süre oturma ve dışkılama sırasında zorlanma ile ilişkilidir. Bunların hepsi alana gelen ve bölgesel kan akışını etkileyerek damarları havuz haline getirip büyütür. Bu, aynı zamanda genişleyen uterusun, damarlara baskı uygulaması nedeniyle gebelik sırasında hemoroid sıklığında artışı da açıklar.

Yapılan son çalışmalar, basur rahatsızlığına sahip bireylerde anüse ait düz kasların, rahatsızlığı taşımayanlara göre istirahat halinde bile daha sıkı olma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Kabızlık, bu sıkıntılara katkıda bulunur çünkü bağırsak hareketleri esnasında ortaya çıkan gerilme, anal kanaldaki basıncı arttırır. Bu da hemoroidleri anüs istemli sfinkter kasına doğru zorlar. Hemoroidi tutan bağ dokuları yaşla birlikte zayıflar ve hemoroid daha da şişer ya da sarkar.

Hemoroid(Basur) tedavi yöntemleri nelerdir?

Dış hemoroid, genellikle hastada rahatsızlık hissine neden olmadıkça spesifik bir tedavi gerektirmez. Düşük dereceli iç hemoroidler ise etkili ilaçlar ve farklı ameliyatsız yöntemlerle tedavi edilebilir. Bu yöntemler ve ilaçlarla başarılı olunamazsa, komplikasyonlar gelişirse ya da hemoroid ileri derecede ise cerrahi tedavi seçenekleri gözden geçirilir. Tıbbi ilaç tedavisinin asıl amacı, hemoroidi iyileştirmekten ziyade belirtileri kontrol altına almak ve altta yatan rahatsızlığı ortadan kaldırmaktır. Bunun için hap, fitil, krem ​​ve mendil gibi farklı ilaç formları kullanılmaktadır. İlaç tedavisine dirençli düşük dereceli hemoroidler, yüksek dereceli hemoroidler, boğulma ve tromboz gibi komplikasyonlara neden olan hemoroidlerde genellikle cerrahi müdahale gereklidir.

Hemoroidten korunma yöntemleri 

  • Hemoroidi önlemenin en iyi yolu dışkınızı yumuşak tutmaktır. Hemoroidi önlemek ve belirtileri azaltmak için şu ip uçlarını takip edebilirsiniz:
  • Yüksek lifli gıdalar tüketmek fayda sağlar. Bunun için daha fazla meyve, sebze ve tahıl yemeye özen gösterebilirsiniz.
  • Eğer besinlerden önerilen miktarda lif alamıyorsanız lif içeren gıda takviyesi kullanmayı düşünebilirsiniz.
  • Günde altı ila sekiz bardak su ve alkol içermeyen diğer sıvıları tüketmek yumuşak bir dışkı için gereklidir.
  • Dışkılama ihtiyacı hissettiğinizde beklemeden hemen tuvalete gitmeniz kabızlığı önlemek için önemlidir.
  • Kabızlığı önlemek için aktif bir hayat sürmek yararlı olur. Egzersiz yapmak hemoroid tetikleyen aşırı kilolarınızdan da kurtulmanıza yardım eder.
  • Uzun süre oturmaktan kaçınmak gerekir; çünkü uzun sürelerle oturmak, özellikle de tuvalette oturmak anüs damarlarındaki basınçta artışa yol açacağı için basur sebebi olabilir.

Eğer basur kaynaklı olduğunu düşündüğünüz belirtilere sahipseniz, rahatsızlık ilerlemeden tedavi olmak için bir sağlık kuruluşuna başvurabilirsiniz.  

Kasık fıtığı nedir?

Fıtık, yeni doğan bebeklerden ileri yaştaki kişilere kadar her yaşta ve cinsiyette görülebilen bir hastalıktır. Fıtığın görüldüğü bölgeler çoğunlukla karın duvarının zayıf olduğu yerlerdir. Kasık fıtığında karın içi organlarından birinin, çoğunlukla bağırsağın bir kısmının, kasık kısmında yer alan karın zarı duvarının zayıf bir noktasından dışa doğru cilt altından çıkmasıdır. Başlangıçta ayakta, hapşırınca, öksürünce, ıkınma ve zorlanma ile karın içi basıncın artmasına bağlı olarak kasık bölgesinde görünür olan fıtık, kişi yattığında görünmez olur. Ancak tedavi edilmemesi durumunda fıtık genişleyerek şişlik artar. Beslenme ve diyet, egzersiz ya da ilaç yardımıyla zaman içinde kendi kendine iyileşmez. Toplumda yaklaşık olarak her 10 erkekten birinde görülen kasık fıtığının üç tipi bulunur: Direkt herni, indirekt herni ve femoral herni.

  • Direkt İnguinal Herni: Fıtık, direkt olarak karın duvarından çıkarak oluşur ve %40 oranında iki taraflı olur. Kasların zayıflaması sonucu ileri yaşlarda görülür. Yarım ay şeklinde bir görünümdedir ve çok büyük değildir. İnguinal kanalından çıkmaz ve karın içine el ile itilebilir. Çoğunlukla ayaktayken ya da karın için basıncı artıran hareketler ile görünür. Tedavi edilmez ise fıtık, skrotuma yani testis torbasına inebilir.
  • İndirekt İnguinal Herni: En sık görülen kasık fıtığı olan indirekt herni ise inguinal kanalın içinden çıkar. Kadınlara oranla erkeklerde 10 kat daha fazla rastlanır. Doğumsal bir oluşumdur ve çoğunlukla gençlik döneminde olmak üzere, tüm yaş gruplarında görülebilir. Genellikle tek taraflı olan fıtık, çok büyük olabilir ve direkt inguinal hernide olduğu gibi skrotuma inebilir. Boğulmuş fıtık olarak bilinen strangüle riski oldukça yüksektir.
  • Femoral Herni: Kadınlarda en sık görülen fıtık türüdür. Kasık bölgesinde yer alan ve bacağa giden ana damarlar, femoral ring adlı dar ve yaklaşık 2 cm uzunluğunda bir açıklıktan geçer. Bu bölgede oluşan fıtıklara femoral herni denir. Gebelik ve fiziksel zorlanma sonucunda oluşur.

Kasık fıtığı neden olur?

Erkek bebeklerin ana karnında iken, karın içinde yer alan testislerinin, inguinal adlı iki ayrı kanaldan geçerek, gebeliğin son iki ayında torbalarına iner. Her iki tarafta yer alan inguinal kanal, normal şartlarda doğumdan kısa bir süre sonra bebeğin kaslarının gelişmesi ile kendiliğinden kapanır. Ancak bazı durumlarda kanallardan biri ya da her ikisi kapanmaz ve fıtık oluşumu için gerekli olan zayıf bölgeyi oluşturur. Erkeklerde, kadınlara göre daha sık görülmesinin sebebi budur. Kalıtımsal nedenler, kolajen sentezinin azalması, bağ dokularının zayıflaması, yaşlılık, aşırı zayıflama ya da kilo alma, ağır kaldırma, kabızlık, ıkınma, kronik öksürük, idrar güçlüğü, gebelik, travmalar, karın içinde olan tümörler de fıtık oluşumuna yol açabilir. Kasık fıtığının oluşumuna neden olan diğer faktörler şöyledir:

  • Kronik akciğer hastalıkları
  • Kronik kabızlık
  • Prostat hastalıkları
  • Genetik faktörler
  • Prematüre doğmuş olmak
  • Daha önce fıtık ameliyatı geçirmiş olmak
  • Sigara kullanımı
  • Aşırı egzersiz

Kasık fıtığı tedavisi

Kasık fıtığının ilaçlı tedavisi bulunmamaktadır ve tek tedavi yöntemi cerrahidir. Ancak ameliyat edilemeyecek fizyolojiye sahip kişiler ve ileri yaşta hastalar, hekimin önerisi doğrultusunda nadiren kasık bağı kullanabilir. Kasık bağı bacakların hareketlerini kısıtlar ve fıtık üzerine tampon oluşturarak fıtığın dışarı çıkmasını engeller. Ancak kasık bağının kenarından çıkması durumunda sıkışarak, fıtığın boğulmasına sebep olabilir. Bu yüzden eğer mümkün ise mutlaka ameliyat tercih edilmelidir. Fıtık cerrahisinde amaç fıtığın karın içine yerleştirilmesi, kese oluşumunun ortadan kaldırılması, çıkışa sebep olan boşluğun kapatılması ve nüks etmesini engellemek maksadıyla karın duvarında bulunan defektin onarılmasıdır.

Kasık fıtığı ameliyatı

Abdominal duvarda yani karın duvarında oluşan yırtık doğal seyrinde küçülmek ve iyileşmek yerine büyümeye meyillidir. Bu yüzden fıtık teşhisi konmuş kişilerin zaman kaybetmeden opere edilmesi önerilir. Fıtık küçük ise, lokal anestezi altında dahi kolayca opere edilebilse de çoğunlukla genel anestezi tercih edilir. Açık ya da laparoskopik olarak adlandırılan kapalı ameliyat yöntemleri ile opere edilebilen kasık fıtıkları, açık yöntem uygulandığında, kasık bölgesine yaklaşık 5 ile 6 cm. uzunluğunda bir kesi ile yapılır. Laparoskopik cerrahide ise 3 adet küçük kesi oluşturulur ve bu deliklerin birinden içeri sokulan kamera ile ameliyat gerçekleştirilir. Her iki ameliyatta da  fıtıklı bölgenin içinde yer alan organlar karın içine alındıktan sonra mesh adı verilen bir yama, kas ile karın zarı arasında bulunan bölge üzerine konarak, tekrar fıtık oluşmasının önüne geçilir. Mesh vücut tarafından kolayca kabul edilir ve yan etkisi bulunmaz. İki ameliyat türünde de yapılan işlem aynı olmasına rağmen kapalı ameliyat, açık ameliyata göre daha konforlu, ve az ağrılıdır. Ancak genel anestezi kullanımının mümkün olmadığı, prostat ameliyatı öyküsü olan, sıkışmış ve boğulmuş fıtıkların olduğu ya da çok büyük fıtıklarda kapalı ameliyat uygulanmaz. Ameliyattan birkaç saat sonra hasta beslenebilir ve yaklaşık olarak 8 saat sonra ayağa kalkabilir. Çoğunlukla hastalar bir gün sonra taburcu olurlar. Herhangi bir diyet programı bulunmaz ve kişi kendini iyi hissettiği an işe başlayabilir. Evde de bir buçuk ay boyunca ağır kaldırmamaları, yapılan egzersizlere aynı süre ile ara verilmesi, düzenli ve dengeli beslenerek kilonun kontrol altında tutmaları gerekir.    

Laparoskopi nedir?

Laparoskopi, cerrahlar tarafından cilt üzerinde büyük kesiler açmaksızın karın boşluğu ve pelvis içerisine ulaşılmasını sağlayan bir cerrahi tekniğidir. Minimal invaziv cerrahi veya anahtar deliği tekniği olarak da bilinen laparoskopi, laparoskop adı verilen cihazlar yardımıyla gerçekleştirilir. Laparoskop, uç kısmında yüksek çözünürlüklü kamera bulunan ışıklı ince bir tüptür ve karın ya da pelvis içinin rahatlıkla görülebilmesine imkan verir. Kameradan elde edilen görüntüler bir monitör üzerine yansıtılır ve cerrah bu monitör üzerinden takip ederek işlemleri gerçekleştirebilir. Vücut içerisinin görülmesini sağlayan laparoskopun haricinde birkaç adet tüp benzeri aygıt yardımıyla da karın içerisinde gerçekleştirilmek istenen işlemler yapılabilir. Normal şartlarda açık ameliyat yöntemi ile karın içerisinin net olarak görülebilmesi için büyük bir kesi açılması gerekirken laparoskopi tekniğinde yalnızca birkaç adet 1-1,5 cm boyutlarında kesiye ihtiyaç duyulur. Aynı zamanda komplikasyon riski, iyileşme süresi, ameliyat sonrası iz oluşumu gibi yönlerden de büyük avantajları beraberinde getirir. Önceleri yalnızca safra kesesi ameliyatları ve jinekolojik ameliyatlar için tercih edilen bu yöntem günümüzde karaciğer, bağırsaklar ve diğer birçok organ için teşhis ve tedavi amaçlı tercih edilir.

Laparoskopi neden yapılır?

Karın veya pelvis içerisinde gelişen birçok hastalığın teşhis ve tedavisinde laparoskopi tekniğinden yararlanılabilir. Özellikle jinekoloji, üroloji ve gastroenteroloji birimleri laparoskopi tekniğini çok sık kullanan tıbbi birimler arasındadır. Laparoskopik operasyonların yaygın olarak tercih edildiği durumlardan bazıları şunlardır:

  • Hastalıklı veya hasarlı bir organın çıkarılması
  • Safra kesesi operasyonları
  • Kist ve miyomların alınması
  • Apandisitin alınması (apendektomi)
  • Divertikülit, ülseratif kolit gibi hastalıklar nedeniyle bağırsağın bir bölümünün alınması
  • Mide ülserlerinin tedavisi
  • Prostat, böbrek ve mesane gibi organların kısmen veya tamamen çıkarılması
  • Ektopik gebeliğin sonlandırılması
  • Fıtıkların tedavisi
  • Pelvik inflamatuar hastalık (PID) ve endometriozis tedavisi
  • Rahmin alınması (histerektomi)
  • Doku örneklerinin (biyopsi) alınması

Tedavinin haricinde teşhis aşamasında da laparoskopi tekniğinden yararlanılabilir. Pelvis ve karın boşluğunda bulunan hastalıklara yönelik araştırmaların birçoğu için ultrason, manyetik rezonans (MR), bilgisayarlı tomografi (BT) gibi görüntüleme yöntemleri yeterlidir. Fakat bazı durumlarda ise teşhisin doğrulanması için tek yol laparoskopi yoluyla yapılacak incelemelerdir. Pelvik inflamatuar hastalık, endometriozis, dış (ektopik) gebelik, yumurtalık kistleri, inmemiş testis, fibroidler ve açıklanamayan kadın kısırlığı, karın ağrısı gibi durumlarda teşhis amaçlı laparoskopiden yararlanmak gerekebilir. Ayrıca pankreas, karaciğer, yumurtalıklar, safra kanalı ve safra kesesine ilişkin kanserlerin teşhisinde de laparoskopi tekniğine başvurulabilir.

Laparoskopi nasıl yapılır?

Laparoskopi, genel anestezi altında yapılan bir operasyon türüdür. Hastalar operasyon öncesinde anesteziye uygunluk açısından değerlendirilir. Ameliyat zamanına 12 saat kala hasta yemek yemeyi ve su içmeyi bırakmalıdır. Ayrıca kan sulandırıcı ilaç kullanan bireylerden de operasyondan birkaç gün önce bu ilaçları kullanmayı bırakmaları istenir. Operasyona başlarken cerrah tarafından karın duvarında bir veya birkaç delik açılır. Bu deliklerden laparoskop, karın içerisini karbondioksit ile şişirmek için kullanılan tüp ve küçük cerrahi aletler yerleştirilir. Laparoskopik operasyonlarda karın içerisi daha iyi bir görüş ve hareket alanı elde edilebilmesi için karbondioksit gazı kullanılarak şişirilir. Ardından gerekli inceleme ve tedaviler kesiler kullanılarak yerleştirilen aletler yardımıyla gerçekleştirilir. Operasyon tamamlandığında karın içerisindeki karbondioksit gazı boşaltılır, aletler çıkarılarak kesilere dikiş atılır ve pansuman yapılır. Teşhis amaçlı uygulanan laparoskopik cerrahide işlem süresi genellikle 30-60 dakika aralığında seyreder. Tedavi amaçlı laparoskopilerde ise yapılacak uygulamalara göre ameliyat süresi de değişkenlik gösterir. Hastalar genellikle aynı gün veya ertesi gün taburcu edilir. Laparoskopik cerrahi, minimal invaziv (az zararlı) bir operasyon olduğundan komplikasyon riski açık operasyonlara oranla çok daha düşüktür. Fakat cerrahi bir girişim olması nedeniyle nadir de olsa enfeksiyon, kesiler çevresinde kanama ve morluk, anesteziye bağlı mide bulantısı ve kusma gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu gibi olasılıklar nedeniyle hastalar genellikle 24 saat müşahede altında tutulur. Bazı hastalarda enfeksiyon riskine karşılık antibiyotik tedavisi uygulanması tercih edilebilir.

Laparoskopi sonrası iyileşme süreci nasıldır?

Laparoskopik cerrahide, klasik cerrahi tekniğine oranla iyileşme süresi çok daha kısadır. Genel anestezi uygulanması nedeniyle ilk saatlerde hastalarda mide bulantısı, kusma ve halsiz hissetme gibi semptomlar görülebilir. Bu nedenle hastalar genellikle birkaç saat hemşire gözetiminde tutulur. Hastaneden ayrılmadan önce hastaya kullanması gereken ilaçlar, kaçınması gereken hareketler ve dikkat etmesi gereken diğer hususlar hakkında hekim tarafından gerekli bilgiler verilir. Günümüzde laparoskopi sırasında açılan kesilerin dikişlerinde genellikle kendinden eriyen dikiş iplikleri kullanılır. Bu şekilde yapılmayan dikişler için ameliyattan belirli bir süre sonra dikişlerin alınması için randevu verilir. Operasyon sonrası ilk birkaç gün boğaz ağrısı görülebilir. Bunun nedeni genel anestezi sırasında kullanılan solunum tüpünün boğazı tahriş etmesidir. Ayrıca kesilerin bulunduğu bölgelerde ağrı ve rahatsızlık söz konusu olabilir. Bu olasılıklar dolayısıyla hekim tarafından genellikle ağrı kesici ilaçlar reçetelendirilir. Laparoskopik cerrahi sonrasında ateş, şiddetli karın ağrısı ve kusma, normal dışı vajinal akıntı, yaralar etrafında kaşıntı, şişlik ve akıntı gibi sorunlar yaşayan hastaların bir an önce sağlık kuruluşlarına başvurarak yardım alması gerekir. Ameliyat sırasında karnın şişirilmesi için kullanılan gazın bir kısmı karın içerisinde kalabilir. Bu nedenle gaz sancısı ve karın krampları görülebilir. Ayrıca yine gazdan kaynaklı olarak omuzlarda ağrı görülebilir. Bu rahatsızlıklar gazın vücut tarafından emilerek dışarı atılması ile birlikte birkaç gün içerisinde kendiliğinden iyileşir. Hekim tarafından verilen öneriler doğrultusunda belirli bir süre dikiş bölgelerine su değdirilmemesi ve bazı fiziksel aktivitelerden kaçınılması gerekebilir. Günlük yaşama ve iş yaşamına dönme süreleri, laparoskopi işleminin hangi amaçla gerçekleştiğine göre farklılık gösterir. Teşhis amaçlı laparoskopilerde 5-7 gün içerisinde hastalar normal yaşantılarına dönebilirler. Apandisit veya basit yumurtalık kistlerinin alınması gibi küçük laparoskopi operasyonlarında bu süreç 3 haftayı bulabilir. Kanser tedavisine yönelik olarak yapılan daha geniş çaplı operasyonlarda ise normal yaşantıya dönüş için 12 haftaya kadar beklenmesi gerekebilir. Normal fiziksel aktivitelere dönüş ve bedensel olarak çalışmayı gerektiren işlere başlama zamanı konusunda operasyonu gerçekleştiren cerrahi ekibe danışılmalıdır.

Eğer siz de laparoskopi tekniğiyle tedavi edilebilen bir sağlık sorununa sahipseniz hekiminize danışarak hastalığınızın laparoskopik cerrahi ile tedavi için uygun olup olmadığı hakkında bilgi alabilirsiniz. Uygun operasyonlar için laparoskopik cerrahi ile tedavi seçeneği sunan sağlık kuruluşlarını tercih ederek daha düşük komplikasyon riski ve hızlı bir iyileşme süreci ile cerrahi tedavilerinizi gerçekleştirebilirsiniz.  

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) nedir? 

Tıp literatüründe “pilonidal sinüs” olarak adlandırılan kıl dönmesi hijyen koşullarının sağlanması ve vücuttaki tüylerin düzenli periyotlar ile alınması ile önlenebilen bir hastalıktır. Fakat hastalık ortaya çıktıktan sonra yapılacak tek şey klinik ve hastanelere başvurarak bir genel cerrahi uzmanından destek almaktır. Çünkü kıl dönmesi belirli bir zaman sonra kendiliğinden geçebilecek bir rahatsızlık değildir.

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) vücudun hangi bölgelerinde görülür?

Kıl dönmesinin vücudumuzda en yoğun görüldüğü yer kuyruk sokumunda intergluteal oluk olarak adlandırılan iki kalça arasındaki oyuntudur. Vakaların neredeyse tamamına yakını kuyruk sokumunda görülür. Nadir olmakla birlikte belirli bir kısmına göbek deliğinde rastlanır. Buralar dışında yüz, kasık bölgesi, parmaklar ve koltuk altında da oluşabilir.

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) neden olur? 

Uzmanlar pilonidal sinüsün oluşumuna ilişkin 2 farklı teori ileri sürmektedir. Bunlardan ilki vücuttan dökülen kıl ve tüylerin özellikle terleme de varsa derideki delik ve gözeneklerden cildimizin altında birikmesidir. Vücudun hareketi sırasında deri altına giren kılların 60 – 70 civarına ulaşabildiği görülmüştür. Kılların biriktiği bölge bir zarla çevrilerek kistik bir yapı oluşturur. Kıllara reaksiyon olarak ortaya çıkan sıvı ise sinüs ağzından dışarıya doğru akan kötü kokulu bir apseye neden olur. Kıl dönmesini açıklayan ve daha az kabul gören diğer teori ise ilgili bölgede doğuştan var olan kök hücrelerin 20’li yaşlardan sonra hormonal etkiler ile aktifleşmesi sonucu kıl üretimine başlaması şeklindedir.

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) belirtileri nelerdir? 

Kıl dönmesi, sinsi ilerleyen bir hastalıktır; fakat kıl ve tüylerin deri altında birikmesi sırasında vücuda verdiği sinyaller vardır. Başlangıç aşamasında hastayı rahatsız etmeyen belirtiler ilerleyen evrelerde dayanılmayacak bir hal alabilir. Kıl dönmesi nedeniyle sağlık kuruluşuna müracaat eden hastaların neredeyse tamamında gözlenen bazı belirtiler aşağıda sıralanmıştır;

  • Kıl dönmesinin başlangıç aşamasında akıntı sorunu baş gösterir. İç çamaşırındaki bu nemliliği olağan karşılayan hastalar bu evrede vakadan genelde habersizdir.
  • Bu akıntı mikroplar ile birleştiğinde iltihap haline döner ve yeşil bir renk alır.
  • Akıntıya kötü bir koku da eşlik eder.
  • Bazen kanlı akıntı da görülebilir.
  • Kıl dönmesinde görülen diğer belirtiler ise makatta kaşıntı, kızarıklık, şişlik ve ağrıdır.
  • Zaman içinde ağrı o kadar şiddetli bir hâl alır ki, hasta artık günlük aktivitelerini yerine getiremeyecek hale gelir.

Kıl dönmesinde görülen kötü kokunun nedeni ilgili bölgenin iltihaplanarak apseleşmesidir. Sinüs ağzından çıkan akıntılar mikroplar ile birleşerek kötü kokulu ve iltihaplı bir apsenin oluşmasına zemin hazırlar. Pilonidal sinüs bölgesinde meydana gelen şişliğin boyutu bölgede biriken kılların yoğunluğuna göre değişiklik gösterir. Kistin gerilerek apse halini almasıyla meydana gelen ağrı dayanılmayacak bir şiddete sahip olabilir. Kişi bu ağrı nedeniyle oturamaz ve yürüyemez hale gelebilir. Gündelik faaliyetlerin dahi yapılamadığı bir ağrının varlığı hastalığın son evresinde olunduğunun işaretidir.

Sayılan bu belirtilerden biri ya da birkaçı ile karşılaşıldığında bitkisel formüller gibi zaman kaybına neden olan yontemlerden uzak durmalı işi uzmanlarına bırakmalısınız.

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) için risk faktörleri nelerdir?

​​​​​​Hareketsiz yaşamın birçok hastalığa davetiye çıkardığı herkes tarafından bilinir. Özellikle masa başı işlerde çalışan kişilerin karşılaştığı sağlık sorunlarından biri de kıl dönmesidir. Yapılan araştırmalara göre dik bir şekilde oturmanın kıl dönmesi sıklığını azalttığı bildirilmektedir. Bu nedenle masa başı işlerde çalışırken ya da gündelik yaşamda dik bir pozisyonda oturmayı tercih etmekte fayda vardır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere binicilik gibi sürekli oturarak yapılan işlerde kıl dönmesi sıklığında artış olmaktadır. 2. Dünya Savaşı döneminde de sürekli jeep kullanmak zorunda olan askerlerin büyük bir çoğunluğunda kıl dönmesi ortaya çıkmıştır. Belirli bir zaman sonra bu vakalar “jeep hastalığı” olarak adlandırılmıştır. Pilonidal sinüs oluşumu için diğer risk faktörleri arasında;

  • Obezite
  • Yetersiz kişisel hijyen
  • Aşırı terleme
  • Aşırı tüylü vücut
  • Jiletle kıl temizliği
  • Kıl kökü iltihabına yatkınlık sayılabilir.

Bu noktada kıl dönmesine ne iyi gelir sorusu kısaca hareketli bir yaşam tarzı, dik pozisyonda oturmak ve vücuttaki tüylerin belli aralıklarla temizlenmesi şekilde cevaplanabilir.

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) tedavisi nasıl yapılır?

Kıl dönmesi tedavisinin yapılabilmesi için öncelikle bölgede gelişen apsenin boşaltılması gerekir. Apse tamamen boşaltıldıktan ve tedavisi sağlandıktan 1-2 ay sonra kıl dönmesi tedavisi uygulanır. Apse boşaltma işlemi modern klinik ve hastanelerde 5 dakika gibi kısa bir zaman diliminde yapılır. Cilt üzerinde iz bırakmayan küçük bir kesi ile apse boşaltılır ve içi özel bir sıvı ile temizlenerek kapatılır. Genel Cerrahi Uzmanlarının yaptığı bu işlemin deneyimli ellerde yapılması şarttır.

Kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) ameliyatı

​​​​​​Kıl dönmesi ameliyatı steril bir ortamda yapılır. Kıl dönmesinde en etkili tedavi seçeneği cerrahidir. Ameliyatsız yönteme göre hastalığın tekrarlama olasılığı daha düşüktür. Ameliyat sorunlu bölgede iz bırakmayacak küçük bir kesik açılarak gerçekleştirilir. Ameliyattan sonra kesi bölgesi iyi bir şekilde temizlenir ve sonrasında dikiş atılarak kapatılır.

Lokal anestezi ile yapılan, narkoz ve hastanede yatış gerektirmeyen mikro sinüsektomi yöntemi en az riske sahip olan operasyon olduğundan giderek daha fazla tercih edilmeye başlanmıştır. Operasyondan sonra hastanın vücudunda iz kalmaması, hastanede yatmayarak gündelik yaşamına geri dönmesi ve 20-30 dakika gibi kısa süreli bir işlem olması ve klasik cerrahi işlemle aynı sonucu vermesi nedeniyle hasta ve doktorlar tarafından tercih edilmektedir.

Ameliyatsız kıl dönmesi (Pilonidal Sinüs) tedavisi

Küçük bir operasyon dahi olsa ameliyat kavramı hastaları korkutur. Muayene olmak, tetkikler yaptırmak, anestezi almak, neşter kullanılması ve hastanede yatış gibi bir süreci gözünün önünden geçiren ve ameliyattan uzak duran kişilerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Hâl böyle olunca birçok hasta ameliyatı son çare olarak düşünür ve alternatif tedavi yolları denemeyi seçer. Bu nedenle de hastalık ilerleyerek daha ağır belirtiler vermeye başlar. İşte tam da bu noktada hastaların korkusunu azaltacak ameliyatsız kıl dönmesi tedavisi devreye girmektedir. Tıp sektöründe çağdaş bir anlayışa sahip olan klinik ve hastanelerde uygulanan ameliyatsız kıl dönmesi tedavisi ile hastalar kısa bir sürede rutin yaşamına dönebilir. Ameliyatsız yöntemde ilgili bölgeye ilaç enjeksiyonu yapılır. Fakat cerrahi tedavi kadar etkili degildir ve tekrarlama olasılığı bulunur.

  MAKALELER ANAL FİSSÜR(MAKAT ÇATLAĞI) NEDİR? FİSTÜL NEDİR? GÖBEK FITIĞI NEDİR? HEMOROID(BASUR) BELİRTİLERİ NELERDİR? KASIK FITIĞI NEDİR? KIL DÖNMESİ (PİLONİDAL SİNÜS) NEDİR? LAPAROSKOPİ NEDİR? LENFOSİT NEDİR? MAKATTAN KAN GELMESİ NEDİR? MASTEKTOMİ NEDİR? POLİP NEDİR? SAFRA KESESİ NEDİR, SAFRA KESESİ NEREDE BULUNUR ? YAĞ BEZESİ NEDİR?  

Choose Your Schedule